DANIŞTAY KARARLARI
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi |
Tarih : 09.07.2014 |
Esas No : 2013/21751 |
Karar No : 2014/14570
634 s. KMK Md. 20, 35, 38 |
KAPICININ İŞÇİLİK ALACAKLARINDA TAKİP YÖNTEMİ |
İşçi alacağına ilişkin olarak apartman yönetimi hakkında takip yapabileceği gibi, ilama konu borcun yasal sorumlusu olan kat malikleri hakkında da seçimlik hakkını kullanarak takip yapabileceğinden, alacaklının apartman yönetimi hakkında başlattığı takipte kat maliklerine icra emri göndermesinin yasaya uygun olduğu hk.
İstemin Özeti: Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 38. maddesi gereğince yönetici kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumludur. Bir davada veya takipte kimlerin taraf olacağı nasıl temsil edileceği ise HUMK’nın da, Avukatlık Kanunu’nda ve BK’nın vekalet akdine ilişkin hükümlerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu hükümlere uygun temsil yetkisi olmadıkça, yöneticinin 634 sayılı Yasa’da sayılanlar dışında kat maliklerini temsil yetkisi olmadığından, apartman yöneticiliğinin aktif ve pasif taraf ehliyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle kural olarak yöneticilik hakkında icra takibi yapılması mümkün bulunmamaktadır.
Ancak, 634 sayılı Yasa’nın 35. maddesinde yöneticinin görevleri ayrı ayrı gösterilmiştir. Bu görevler ana gayrimenkulün yönetimi ile ilgili olup, yönetimin gerektirdiği ortak giderleri yapmak yetkisini de içermektedir. Yönetici, Yasa’dan aldığı temsil yetkisine dayanarak çeşitli sözleşmeler kurabilir. İşte bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda yönetici dava açabileceği gibi, yöneticiye karşı da dava açılabilir. Şu husus da belirtilmelidir ki yönetici, vekaletname ile tayin edilen bir vekil gibi değildir. Yasal bir temsilci olup yetkisini Yasa’dan almaktadır. Bu sıfatla yaptığı sözleşmeden dolayı kendisine husumet yönetilebilir. Öte yandan kat malikinin veya kat malikleri kurulunun ayrı bir tüzel kişiliğinin bulunmaması, yöneticinin özel kanundan doğan temsil yetkisini ortadan kaldırmaz.
Sonuç olarak denilebilir ki, yöneticinin temsil yetkisine giren işlerden dolayı üçüncü kişilerle yaptığı sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklarda, aktif ve pasif dava (icra takibi) ehliyeti bulunmaktadır. Aksinin benimsenmesi durumunda ise, bu kez üçüncü kişilerin yönetici ile sözleşme yapmaktan kaçınacakları ve bundan kat maliklerinin zarar görecekleri kuşkusuzdur.
Öte yandan, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesi hükmüne göre kat maliklerinden her biri, kapıcı giderlerinden (ücret, sigorta pirimi, kıdem tazminatı vs.) yönetim planında veya kat malikleri kurulunca verilmiş bir kararda başka türlü bir hüküm bulunmadıkça diğer kat malikleri ile birlikte eşit olarak sorumludur.
Somut olayda icra takibine dayanak yapılan ilamın işçi alacağı olduğu ilamda davalı olarak kat maliklerini temsilen (M) Apt. Yöneticiliğinin gösterildiği ve mahkemece adı geçen hakkında hüküm tesis edildiği görülmektedir.
Bu durumda alacaklı, 634 sayılı Yasa’nın 35. maddesine göre apartman yönetimi hakkında takip yapabileceği gibi, aynı Kanun’un 20. maddesi uyarınca da ilama konu borcun yasal sorumlusu olan kat malikleri hakkında takip yapabilir. Bir diğer ifade ile alacaklının bu konuda seçimlik hakkı bulunmaktadır. Sonuç olarak, alacaklının, yukarıda belirtilen ilama dayalı olarak apartman yönetimi hakkında başlattığı takipte kat maliklerine icra emri göndermesi 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesi hükmüne uygun olmakla mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemine kabulü isabetsizdir.
Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle İİK’nın 366 ve 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi uyarınca bozulmasına, taraflarca HUMK’nın 388/4. (HMK m. 297/ç) ve İİK’nın 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine oyçokluğuyla karar verildi(*).
(*) KARŞI OY: İlamlı icrada borçlu ilam aleyhine olan yani ilama göre borçlu olan kişidir.
İlamlı icrada borçlu yedi gün içinde İcra Dairesi’ne başvurarak icra emrine itiraz ediyorum demek suretiyle ilamlı icra takibini durdurma imkanına sahip değildir.
Borçlu yalnızca, İİK’nın 33. maddesi hükmü gereğince, borcu ödemiş olması, alacaklıdan mehil almış olması veya ilamın zamanaşımına uğramış olması halinde icra mahkemesinden icranın geri bırakılmasını isteyebilir. İcra emrine bu şekilde itiraz edilmiş olması, icra takibini kendiliğinden durdurmaz.
İlamlı takibe Yasa’da belirtilen nedenlerle ancak itiraz edilebilir. İlamlı takipte temel ilkeler mevcuttur. Bir ilamın ilamlı takibe konu edilebilmesi için açık, net, likit, eda hükmü içermesi gerekir. İlama konu hükümde borçlunun kim olduğu, takipte muhatabın kim olduğu konusunda hiçbir kuşku olmamalıdır. İlam hükmünün kime ya da kimlere yönelik olduğu konusunda duraksamamak gerekir.
Somut olayda, takip konusu ilamda, aleyhine hüküm kurulan davalı (M) Apartmanı Yöneticiliği’dir. Davacı takip dayanağı ilamda, taraf olmadığını ilam borçlusu gibi gösterilmesinin usul ve Yasa’ya aykırı olduğunu iddia etmektedir. Borcun doğduğu tarihte kat maliklerinin kim olduğu, davacının borçtan sorumlu olup olmadığı, yargılama konusu olması gereken hususlardır, ilamlı takibe itiraz nedenleri Yasa’da sınırlı bir şekilde belirtilmiştir. Davacının talebi İİK’nın 33. maddesi hükmü kapsamında bir itiraz değildir.
İlamda davalı olarak yer almadığını, yargılamasında bulunmadığı borçtan sorumlu olmadığını iddia etmektedir.
Talep İİK’nın 16. maddesi yollamasıyla İİK’nın 41. maddesine dayalı şikayet olarak değerlendirilebilir.
Yerel mahkeme kararında da belirtildiği gibi ilamda taraf olmayan takip talebinde borçlu olarak yer almayan davacıya icra emri gönderilmesi ilamlı takip hükümlerine uygun değildir. Kat maliklerine karşı ilama atıf yapılmak suretiyle ancak ilamsız takip yapılabilir. Mevcut ilamlı takipte ise kat maliklerine, İİK’nın 89. maddesi hükmü uyarınca haciz ihbarnamesi gönderilerek aidatlarını icra dosya hesabına yatırmaları da istenebilir. Bunun dışında ilamın yargılamasında yer almayan takip konusu borcun doğduğu dönemde kat maliki olup olmadıkları ilamdan net bir şekilde anlaşılamayan kişilere ilamlı takibin yöneltilmesi ve icra emri gönderilmesi, ilamlı takip hükümlerine uygun değildir.
Yerel mahkeme kararı doğru olduğundan onanması gerektiği kanaatini taşıdığım için sayın çoğunluğun bozmaya yönelik görüşlerine katılmıyorum.
Danıştay 3. Dairesi |
Tarih : 03.10.2013 |
Esas No : 2011/991 |
Karar No : 2013/3859
VUK Md. 10 |
KANUNİ TEMSİLCİNİN SORUMLULUĞU |
Türk Ticaret Kanunu’nun 511 ve 515. maddesi uyarınca, tescil ve ilan yapılana kadar iç işlem niteliğinde olan hisse devri nedeniyle vergi dairesine kanuni temsilcilik görevinden ayrıldığına ilişkin bir bildirimde bulunmadığı anlaşılan davacının, kanuni temsilci sıfatıyla sorumlu tutulmasında hukuka aykırılık bulunmadığı hk.
İstemin Özeti: Davacının kanuni temsilcisi olduğu (…) Ltd. Şti.’nden tahsil edilemeyen amme alacağı için adına kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen 12.08.2008 gün ve 18649 sayılı ödeme emrine karşı dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde; maddede belirtilen ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin varlıklarından alınacağının kurala bağlandığı, Mahkemelerinin ara kararı üzerine Bursa Ticaret Sicil Memurluğu’nca gönderilen belgelerden, davacının, 25.09.1997 tarihli ortaklar kurulu kararına göre 3 yıllığına şirket müdürü olarak seçildiği, 21.11.2001 tarihli ortaklar kurulu kararı ile 3 yıllık süre için uzatılarak 21.11.2004 tarihine kadar şirket müdürü olarak görüldüğü, tescil ve ilanı Ticaret Sicil Memurluğunca kabul edilmeyen 01.02.2002 tarihli ortaklar kurulu kararına göre şirket müdürlüğünden ayrıldığı, Türk Ticaret Kanunu’nun 38. maddesinde ticaret sicili kayıtlarının tescil ve ilan edilmedikçe üçüncü kişiler hakkında hüküm ifade etmeyeceği belirtilmekte ise de, davacının başvurusuna rağmen ticaret siciline tescil ile ilan edilmeyen ortaklar kurulu kararının vergi idaresi hakkında hüküm ifade edeceği, 01.02.2002 tarihli kararın tescil ve ilanı için kendi üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirdiği ve ortaklar kurulu kararının tescilini talep edebilecek konumda olan yeni şirket müdürünün ise söz konusu kararın tescil ve ilanı talebinde bulunmadığı ve davacının bu şahsın eylemsizliği sebebiyle sorumlu tutulması hakkaniyete uygun düşmeyeceğinden 2002 ila 2004 dönemi vergi borçlarının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda davacının şirket kanuni temsilcisi olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle ödeme emri iptal edilmiştir. Davalı idarece, kanuni temsilcisi olduğu şirketin ödenmeyen vergi borcundan dolayı davacının sorumlu tutulmasının mevzuat gereği olduğu, takibe alınan kamu alacağının, davacının kanuni temsilcisi olarak görev yaptığı döneme ilişkin olması nedeniyle adına düzenlenen ödeme emrinde Yasa’ya aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Karar: Davacının kanuni temsilcisi olduğu (…) Ltd. Şti.’nden tahsil edilemeyen amme alacağının şirket tüzel kişiliğinden tahsil olanağı kalmaması nedeniyle davacı adına 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca düzenlenen ödeme emrini iptal eden vergi mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde tüzel kişilerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, kanuni temsilcilerin ödevlerini yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı kurala bağlanmıştır.
Türk Ticaret Kanunu’nun kamu alacağının ait olduğu dönemde yürürlükte bulunan 511. maddesinin 4. ve 7. bentlerinde; limited şirket ortak ve müdürlerinin her birinin ad, soyad, ikametgah ve tabiyetlerinin tescil ve ilan edileceği belirtildikten sonra 515. maddesinde mukavelede yapılan her değişikliğin de tescil ve ilan edileceği, mukavelenin değiştirilmesi hakkındaki kararların üçüncü şahıslar hakkında, tescil tarihinden itibaren hüküm ifade edeceği kurala bağlanmıştır.
Sözü edilen Kanun’un 511 ve 515. maddelerine göre ortaklık durumu ile şirketi temsile yetkili olanların değişmesi sonucunu doğuracak şekilde yapıldığı anlaşılan 01.02.2002 günlü devir işlemi; yetkili şahısların tescil ve ilan için başvuruda bulunmaması nedeniyle Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilmemiştir. Tescil ve ilan yapılana kadar iç işlem niteliğini taşıyan hisse devri nedeniyle davacının şirket ortaklığı ve kanuni temsilciliğinin sona erdiğinden bahsetmek mümkün değildir. Bu durumda şirketin alacaklısı konumunda bulunan vergi dairesine kanuni temsilcilik görevinden ayrıldığına ilişkin bir bildirimde de bulunulmadığının anlaşılması nedeniyle, şirketten tahsil edilemeyen vergilerin kanuni temsilcilik sıfatına dayanılarak davacıdan istenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığından ticaret sicil memurluğuna yapılan başvuru yeterli görülerek ödeme emrinin iptali yolunda verilen vergi mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oyçokluğuyla karar verildi(*).
(*) KARŞI OY (X): Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddi ile kararın onanması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.
Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu |
Tarih : 29.05.2013 |
Esas No : 2011/467 |
Karar No : 2013/202
VUK Md. 339 |
TEKERRÜRÜN ŞARTLARI |
213 sayılı Yasa’nın 339. maddesine göre vergi ziyaı cezasının tekerrür nedeniyle artırılabilmesi için ikinci cezaya neden olan eylemden önce kesilmiş ve kesinleşmiş vergi ziyaı cezası bulunması ve bu cezanın kesinleştiği yılı takip eden takvim yılından itibaren beş yıl içinde yeniden vergi ziyaı cezası kesilmiş olması gerektiği hk.
İstemin Özeti: Vergi idaresinin bilgisi dışında faiz karşılığı borç para verdiği halde elde ettiği gelirini beyan dışı bırakması nedeniyle davacı adına 2002 yılı için re’sen salınan gelir vergisi ve hesaplanan fon payı ile bu vergi, fon payı ve Temmuz-Eylül, Ekim-Aralık 2002 dönemi için hesaplanan geçici vergi üzerinden tekerrür nedeniyle % 50 artırılarak kesilen bir kat vergi ziyaı cezası davaya konu yapılmıştır.
Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi; borçlu yedi şahsın, davacıdan 2002 ilâ 2004 yıllarında faiz karşılığı borç para aldıklarını ifade ettiği, borç karşılığında alınan senetlerin bir kısmının icra takibine konu olduğu anlaşıldığından, akrabalık ilişkisi bulunmayan birden fazla kişiye, birden çok kez borç veren davacının ikrazatçılık yaptığı sonucuna ulaşıldığı, vergisi ihtilaflı dönemde davacıdan borç alan ve vergiyi doğuran olayla tabii ve açık ilgisi bulunan iki şahsın ifadesi dikkate alınarak belirlenen matrah farkı üzerinden salınan gelir vergisi ve fon payında hukuka aykırılık bulunmadığı, ancak, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı uyarınca vergi ziyaı cezasının gecikme faizini içeren kısmının kaldırılması gerektiği, gerekçesiyle vergi ziyaı cezasının; vergi, fon payı ve üzerinden hesaplandığı geçici verginin bir katını aşan kısmını kaldırmış; tarhiyatın kalan kısmı yönünden davayı reddetmiştir.
Tarafların temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi, 05.03.2009 günlü ve E: 2007/4905, K: 2009/659 sayılı kararıyla; temyiz istemine konu yapılan vergi mahkemesi kararının gelir vergisi ve fon payı ile bunlar ve geçici vergi üzerinden kesilen vergi ziyaı cezasının vergi ve fon payı tutarına isabet eden kısmı yönünden davanın reddi yolundaki hüküm fıkrasının aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Dairelerince de uygun görüldüğü, vergi ziyaı cezasının dayanağı, ihbarnamelerde 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 341 ve 339. maddeleri gösterilerek, cezanın vergi ve fon payının bir katı tutarı yüzde elli oranında artırılarak kesildiği, davaya konu vergi ziyaı cezasının vergi ve fon payı tutarını aşan kısmı, 213 sayılı Yasa’nın 339. maddesi uyarınca cezanın yüzde elli artırılmasından kaynaklanmasına karşın vergi mahkemesince cezanın, gecikme faizini içerdiğinin kabulüyle Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı gerekçe gösterilerek vergi ve fon payı tutarını aşan kısmının kaldırılması hukuka uygun düşmediğinden, ceza miktarının hukuka uygunluğu hakkında 213 sayılı Yasa’nın 339. maddesi kapsamında yapılacak değerlendirme sonucuna göre yeniden bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın; davanın reddine ilişkin kısmına yöneltilen temyiz istemini reddetmiş, vergi ziyaı cezasının; vergi, fon payı ve geçici verginin bir katını aşan kısmının kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasını bozmuştur.
Bozma kararı üzerine Vergi Mahkemesi; uyuşmazlığın; vergi, fon payı ve geçici verginin bir katını aşan vergi ziyaı cezası yönünden devam ettiğini belirttikten sonra; 213 sayılı Yasa’nın 339. maddesine göre vergi ziyaı cezasının tekerrür nedeniyle artırılabilmesi için daha önce kesilmiş ve kesinleşmiş vergi ziyaı cezası ile cezanın kesinleştiği yılı takip eden takvim yılından itibaren beş yıl içinde yeniden vergi ziyaı cezası kesilmiş olması gerektiği, uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması amacıyla Mahkemelerince verilen ara kararı ile 01.01.2002 tarihinden önce davacı adına kesilen ve sözü edilen tarihten önce kesinleşen vergi ziyaı cezasının bulunup bulunmadığının sorulması üzerine gönderilen bilgi ve belgelerden tekerrür hükümlerinin uygulanmasına neden olan cezanın 2003 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucu 18.06.2005 tarihinde kesildiği anlaşıldığından, davaya konu vergi ziyaı cezasının tekerrürden bahisle % 50 artırılmasında hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle tekerrür nedeniyle arttırılan vergi ziyaı cezasını kaldırmıştır.
Vergi idaresinin temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi, 22.09.2010 günlü ve E: 2009/5017, K: 2010/2720 sayılı kararıyla; davacı adına 2002 yılı için salınan ve 12.12.2006 tarihinde duyurulan gelir vergisi ve hesaplanan fon payı ile Temmuz-Eylül, Ekim-Aralık 2002 dönemi için hesaplanan geçici vergi üzerinden kesilen dava konusu vergi ziyaı cezasının; vergi ve fon payının bir katı tutarı % 50 oranında artırılarak uygulandığının anlaşıldığı, 213 sayılı Yasa’nın 339. maddesi uyarınca ikinci cezaya neden olan eylemin tekerrür hali kabul edilerek, kesilecek cezanın maddede öngörülen oranda artırılabilmesi için, yasa koyucunun aradığı, ikinci cezanın ilk eylem için kesilen cezanın kesinleştiği tarihi takip eden takvim yılı başından itibaren beş yıl içinde kesilmiş olması gerektiğinden ve davaya konu cezanın kesildiği 2006 yılından önceki beş yıl içinde kesilen ve kesinleşen vergi ziyaı cezası tekerrür halinin kabulü için yeterli olduğundan, davacı adına vergilendirme dönemi olan 2002 yılından önce kesilmiş vergi ziyaı cezası bulunmamasının karara dayanak yapılmasının hukuka uygun görülmediği, ara kararı üzerine davalı idare tarafından, davaya konu cezaya tekerrür hükümlerinin uygulanmasına yol açan ilk cezanın 18.06.2005 tarihinde kesildiği bildirilmekle beraber, bu cezanın kesinleşip kesinleşmediği belirtilmediğinden davacı adına 18.06.2005 tarihinde kesilen cezanın kesinleştiği tarih araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
Bozma kararı üzerine Vergi Mahkemesi; önceki kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak; 213 sayılı Yasa’nın 339. maddesinin iptali istemiyle açılan davayı inceleyen Anayasa Mahkemesi’nin 20.05.2010 günlü ve E: 2009/51, K: 2010/73 sayılı kararıyla 213 sayılı Yasa’nın 339. maddesinin önceki kararında ifade edildiği gibi anlaşılması gerektiğini belirterek kanunun Anayasa’ya aykırı olmadığına hükmettiği gerekçesiyle önceki kararında ısrar etmiştir.
Israr kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiş ve 2003 yılı hesaplarının incelenmesi sonucu kesilen ceza kesinleştikten sonra 2002 yılı için kesilen davaya konu cezaya tekerrür uygulanmasının hukuka uygun olduğu ileri sürülerek bozulması istenmiştir.
Karar: Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesinin ısrar kararı, aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.
Bu nedenle, temyiz isteminin reddine oybirliği ile karar verildi
KAYNAK