DANIŞTAY KARARLARI
Danıştay 3. Dairesi |
Tarih : 13.05.2015 |
Esas No : 2014/11851 |
Karar No : 2015/3173
İYUK Md. 2, 15 |
ÖZEL ESASLARA TABİ MÜKELLEFLER LİSTESİNE ALINAN MÜKELLEFİN MATRAH ARTIRIMINDA BULUNMASI |
Özel esaslara tabi mükellefler listesine alındığı tartışmasız olan mükellefin, matrah artırması sonucu listeden çıkartılması dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun yargı merciince incelenmesine engel teşkil etmeyeceğinden, davanın esastan incelenmesi gerektiği hk.
İstemin Özeti: Davacının, özel esaslara tabi mükellefler listesine alınmasına ilişkin 16.06.2014 gün ve 35897 sayılı işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; davacı şirketin (…) Madencilik Plastik Metal İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.’nden aldığı faturalar nedeniyle özel esaslar kapsamına alındığından bahisle dava açılmış ise de dava konusu işlemin 25.06.2014 tarihinde tebliği üzerine dava açılmasından sonra 03.07.2014 tarihli dilekçeyle, işlemde belirtilen 2009 yılına ilişkin matrah artırımında bulunduğu ve anılan firmadan alınan emtia nedeniyle katma değer vergisi ödenmediğini bildirmesi üzerine özel esaslar kapsamına alınmadığı, davacının idarenin bildirimi üzerine bilgi verip matrah artırdığını beyan ettiği, olayda, davacının hukuki durumunu ve menfaatini etkileyen idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Davacı tarafından; sahte fatura kullanması nedeniyle özel esaslar kapsamına alındığı, maddi ve manevi yönden mağdur edildiği ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Karar: Anayasa’nın Çalışma ve Sözleşme Hürriyetini düzenleyen 48. maddesinin 2. fıkrasında, devletin, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak, 49. maddesinin 2. fıkrasında da, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı hükümlerine yer verilmiş, “Vergi Ödevi” başlığını taşıyan 73. maddesinin 3. fıkrasında da, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı belirtilmiştir.
Bu düzenlemelere göre devletin çalışma hayatına ilişkin düzenlemeleri yapması ve buna dair tedbirleri alması bir görev iken, çalışma, çalışanlar açısından bir hak ve ödevdir. Gerek bu alanda yapılacak düzenlemelerin, gerek çalışma hayatının bir sonucu olan vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerle ilgili düzenlemelerin yasa ile yapılması ise zorunludur. Dayanağını Anayasa’ya uygun olarak çıkarılmış olan bu Kanunlardan almayan düzenlemelerle bir takım hak ve yükümlülükler getirilemez. Bu suretle çalışma barışının sağlanması yanında, özel teşebbüslerin güvenlik ve kararlılık içinde çalışması da temin edilmiş olur.
Vergi idarelerinin, idari işlevleriyle ilgili olarak vergi hukuku alanında tesis ettikleri, uygulanabilir nitelikte, ilgililerin menfaatini doğrudan etkileyen ve onların hak ve yükümlülüklerinde değişiklik veya yenilik yaratan irade açıklamaları, verginin tarhı, tahakkuku ve tahsiline ilişkin işlemleri 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesi kapsamında idari yargının görev alanına girmektedir. Yarattığı hukuki sonuçlar dikkate alındığında, davacı hakkında tesis edilen işlem kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliğindedir.
Davacı mal ve hizmet alımlarıyla ilgili olarak aldığı ve kayıtlarına yansıttığı faturaları düzenleyen kişi hakkındaki tespitlerden hareketle özel esaslara tabi mükellefler listesine alınmış ise de; gerek davalı idarenin, gerek bağlı bulunduğu hiyerarşik üst makamların mükellefleri bu şekilde kategorize edebilmelerine olanak sağlayan hiçbir yasal düzenleme bulunmadığı gibi, Anayasa’da da buna izin veren bir hüküm yer almamaktadır. Bu şekilde yasal dayanağı olmadan yapılacak bir sınıflandırma, vergi barışını bozucu etki yaratacağı gibi, Anayasa’da güvence altına alınan temel kişi hak ve hürriyetlerine de aykırılık teşkil eder. Dolayısıyla, yasal dayanağı olmadan, hukuka aykırı bir biçimde idarenin kendi içerisinde oluşturduğu bir sınıflandırma ile davacının adına sözü edilen listede yer verilmiş olması nedeniyle bu liste davacı açısından kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem niteliğini kazanmıştır.
Vergi Mahkemesince yukarıda sözü edilen yargıya ulaşılmakla birlikte dava konusu işlem gereği davacının matrah artırımında bulunması üzerine özel esaslar kapsamına alınmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-b maddesi uyarınca dava reddedilmiş ise de dava konusu işlemle özel esaslara tabi mükellefler listesine alındığı tartışmasız olan davacının, matrah artırması sonucu listeden çıkartılması dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun yargı merciince incelenmesine engel teşkil etmeyeceğinden, davanın esastan incelenmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle verilen mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüyle Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.
Danıştay 3. Dairesi |
Tarih : 21.01.2015 |
Esas No : 2013/12222 |
Karar No : 2015/29
6183 s. AATUHK Md. 8 |
ÖDEME EMRİ TEBLİĞİNDE UYGULANACAK KANUN HÜKMÜ |
6183 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca dava konusu ödeme emrinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun tebliğe ilişkin hükümlerine göre tebliğ edilmesi gerekirken, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca yapılan tebligatın usule uygun olmadığı, davacının ıttıla tarihi olarak beyan ettiği tarihte ödeme emrinin tebliğ edildiği kabul edilmek suretiyle uyuşmazlığın esasına ilişkin inceleme yapılması gerekirken, davayı süre aşımı nedeniyle reddeden Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmadığı hk.
İstemin Özeti: Davacı adına, (…) Ltd. Şti.’nin 2010 yılına ait kurumlar vergisi borcunun tahsili amacıyla kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen 04.06.2012 tarih ve 1 takip numaralı ödeme emrinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; davacı tarafından 18.09.2012 tarihinde, davacı vekili tarafından ise 21.09.2012 tarihinde davalı idareye başvuruda bulunularak, banka hesabına konulan e-haczin kaldırılması taleplerinin, davacı adına düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı ve e-Haciz işlemi hakkında Tahsilat Genel Tebliği’nde gerekli açıklamaların yapıldığı belirtilerek 02.11.2012 tarih ve 10473 sayılı işlemle reddedildiği, dolayısıyla dava konusu ödeme emrinden, haciz işlemine karşı yapılan başvuru tarihinde haberdar olduğunun kabulü gereken davacının, bu tarihten itibaren ya da talebin reddi üzerine süresinde dava açması gerekirken, ödeme emrinden 11.03.2013 tarihinde haberdar olduğu ileri sürülerek, 15.03.2013 tarihinde mahkeme kaydına alınan dilekçe ile süresinden sonra açılan davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığı, öte yandan Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca tebliğ olunan ödeme emrine karşı tebliğin usulsüzlüğü iddiasıyla doğrudan dava açılması gerektiğinden; ödeme emrinin iptali istemiyle yapılan başvurunun reddedilmesinin yeni bir dava açma hakkı doğurmayacağı gerekçesiyle dava süre aşımı yönünden reddedilmiştir. Davacı tarafından; dava konusu ödeme emrinin tebliğ edilmediği, 11.03.2013 tarihinde ödeme emrinden tesadüfen haberdar olunduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Karar: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun dava açma süresini düzenleyen 7. maddesinin 1. fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 55. maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere yedi gün içerisinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; 58. maddesinde ise, kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 8. maddesinde; hilafına bir hüküm bulunmadıkça bu kanunda yazılı müddetlerin hesaplanmasında ve tebliğlerin yapılmasında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun hükümlerinin tatbik olunacağı; 213 sayılı Kanun’un 93. maddesinde, tahakkuk fişinden gayrı vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilumum vesikalar ve yazıların adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtası ile ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmeyenlere ilan yolu ile tebliğ olunacağı; aynı Kanun’un 94. maddesinde ise, tebliğin mükelleflere, bunların kanuni temsilcilerine, umumi vekillerine veya vergi cezası kesilenlere yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Buna göre dava açma süresinin başlayabilmesi için, ilgilinin hak ya da menfaatinin ihlal edildiğine ilişkin icrai işlem, bu işlemi tesis eden makam tarafından usulüne uygun olarak ilgilisine duyurulmuş olmalıdır. Dolayısıyla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda yer alan kurallara göre tebligat yapılmadığı takdirde, işlemden herhangi bir şekilde haberdar olan ilgilinin de işlemden haberdar olduğu tarihe göre dava açabileceğinin kabulü gerekir.
Dosyanın incelenmesinden, dava konusu ödeme emrinin 14.06.2012 tarihinde davacının mernis adresinde tebliğe çıkarıldığı, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21. maddesinin 2. fıkrası uyarınca haber kağıdı kapıya yapıştırılarak tebliğ evrakı mahalle muhtarlığına teslim edilip, komşuya haber verildiği, ödeme emirine konu borcun ödenmemesi üzerine 03.08.2012 tarihinde davacının banka hesabına e-haciz uygulandığı, davacı tarafından 18.09.2012 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurularak, kendilerine herhangi bir ödeme emri tebliğ edilmediğinden bahisle banka hesabına konulan e-haczin kaldırılması talebinde bulunulması üzerine, davacının kanuni temsilcisi olduğu şirketin 2010 yılına ilişkin kurumlar vergisi borcunun tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı, e-haciz işlemi hakkında Tahsilat Genel Tebliği’nde gerekli açıklamaların yapıldığı belirtilerek söz konusu taleplerin 02.11.2012 tarih ve … sayılı işlem ile reddedildiği, söz konusu işlemin 13.11.2012 tarihinde davacı vekilinin adresinde bulunamaması nedeniyle tebliğ edilemeyerek iade edildiği, ödeme emrinden 11.03.2013 tarihinde haberdar olduğunu ileri süren davacının 15.03.2013 tarihinde mahkeme kaydına alınan dilekçe ile dava açtığı anlaşılmaktadır.
6183 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca dava konusu ödeme emrinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun tebliğe ilişkin hükümlerine göre tebliğ edilmesi gerekirken, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uyarınca yapılan tebligatın usule uygun olmadığı anlaşılmış olup, davacının ıttıla tarihi olarak beyan ettiği 11.03.2013 tarihinde ödeme emrinin tebliğ edildiği kabul edilmek suretiyle uyuşmazlığın esasına ilişkin inceleme yapılması gerekirken, davayı süre aşımı nedeniyle reddeden Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi |
Tarih : 10.07.2014 |
Esas No : 2014/14549 |
Karar No : 2014/22345
4857 s. İş K. Md. 2 |
ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİNDE İŞE İADE YÜKÜMLÜLÜĞÜ VE İŞE BAŞLATMAMA TAZMİNATINDA SORUMLULUK |
Asıl işveren alt işveren ilişkisinde işçi alt işveren işçisi olup, iş sözleşmesinin alt işveren tarafından feshi söz konusu olacağından, feshin geçersizliği ve işe iade yükümlülüğü alt işverende olup, asıl işverenin iş ilişkisinde sözleşmenin taraf sıfatı bulunmadığından asıl işverenin işe iade yönünde bir yükümlülüğünden söz edilemeyeceği, ancak işe iade kararı sonrası işçinin işe başlamak için başvurması ve alt işverenin işe almamasından kaynaklanan işe başlatmama tazminatıyla dört aya kadar boşta geçen süre ücretinden alt işverenle birlikte sorumluluğu olduğu hk.
İstemin Özeti: Davacı işçi, davalı şirkete ait (M) (M) Ankara Forum Mağazasında çalışmakta iken 31.12.2010 tarihinde işten çıkarıldığını, fesih ihtarında işten çıkarma gerekçesi olarak performansının düşük olmasının gösterildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminatla boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.
Davalı (M) Ltd. Şti. vekili, husumet yönünden, diğer davalı şirket vekili ise davacının işyerinde sadece 2 ay çalışması olduğunu ve davacının istifa etmek suretiyle işten ayrıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacının davalılardan (M) Ltd. Şti.’ne ait (M) (M) Forum Mağazasında çalışmakta iken 31.12.2010 tarihi itibariyle iş aktinin haksız olarak feshedildiği, davacının asıl işvereninin (M) Ltd. Şti. olduğu, dosyada bulunan ticaret sicil kayıtlarına göre pek çok alt işverenin değiştiği, fakat bu değişikliklere rağmen davacının aynı yerde işi yapmaya devam ettiği ve son alt işverenin ise dahili davalı (R) A.Ş. olduğu, her ne kadar gerek davalı (M) Ltd. Şti. gerekse de (R) şirketi davacının kendi elemanları olmadığını ileri sürmüş ise de; fesih bildiriminden davacının her iki davalı şirkette de çalıştığının anlaşıldığı, davacının asıl işvereninin (M) Ltd. Şti. olduğu gerekçesiyle davacının davalı asıl işveren (M) Ltd. Şti.’ndeki işine iadesine karar verilmiştir.
Kararı davalı (M) Ltd. Şti. avukatı temyiz etmiştir.
Karar: 1) Mahkeme tarafından davanın kabulüne dair verilen kararın davalılar vekilince temyizi üzerine 9. Hukuk Dairesinin 2012/17307 esas 2012/35706 karar sayılı 01.11.2012 tarihli kararıyla özetle “… Dava iki ayrı tüzel kişiliğe sahip şirkete karşı ikame edilmesine rağmen hüküm fıkrasında davacının davalılardan hangi işverene ait işyerine iade edildiği belirtilmediği, davalı şirketler arasındaki ilişkinin niteliği üzerinde durulmak suretiyle davacının hangi işverene ait işyerine iade edileceği belirtilerek sonuca gidilmesi gerektiği…” gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yargılama yapılmıştır.
2) Taraflar arasındaki temel uyuşmazlık, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisinin bulunup bulunmadığı ve işe iadenin mali sonuçlarından davalıların birlikte sorumlu olup olmadıkları noktasında toplanmaktadır.
Alt işveren; bir işyerinde yürütülen mal ve hizmet üretimine dair asıl işin bir bölümünde veya yardımcı işlerde, işletmenin ve işin gereğiyle teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren alanlarda iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini, sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren olarak tanımlanabilir. Alt işverenin iş aldığı işveren ise asıl işveren olarak adlandırılabilir. Bu tanımlamalara göre asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir.
Alt işverene yardımcı işin verilmesinde bir sınırlama olmasa da, asıl işin bir bölümünün teknolojik uzmanlık gerektirmesi zorunludur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesinde, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin sınırlandırılması yönünde kanun koyucunun amacından da yola çıkılarak, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilmesinde “işletmenin ve işin gereği” ile “teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işler’ ölçütünün bir arada bulunması şarttır. Kanun’un 2. maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarında “işletmenin ve işin gereğiyle teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işler” sözcüklerine yer verilmiş olması bu gerekliliği ortaya koymaktadır. Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin 11. maddesinde de yukarıdaki anlatımlara paralel biçimde, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilebilmesi için “işletmenin ve işin gereğiyle teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesi” şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği belirtilmiştir.
4857 sayılı Kanun’un 2/6 son cümlesi uyarınca asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeriyle ilgili olarak bu Kanun’dan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerden alt işverenle birlikte sorumludur. 4857 sayılı Kanunla asıl işverenin, bu kanundan, iş sözleşmesinden ve alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerden sorumlu tutulması şeklindeki düzenleme, asıl işverenin sorumluluğunun genişletilmesi olarak değerlendirilmelidir. Bu durumda, ihbar, kıdem, kötü niyet ve işe iade sonucu işe başlatmama tazminatlarıyla ücret, fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatili, yıllık izin, ikramiye, pirim, yemek yardımı, yol yardımı gibi tüm işçilik haklarından birlikte sorumluluk esastır.
Feshin geçersizliği ve işe iade davasının alt ve asıl işveren ilişkisinde, her iki işverene birlikte açılması halinde, davacı işçi alt işveren işçisi olup, iş sözleşmesi alt işveren tarafından feshedildiğinden, feshin geçersizliği ve işe iade yükümlülüğü alt işverenindir. Asıl işverenin iş ilişkisinde sözleşmenin taraf sıfat bulunmadığından, asıl işverenin işe iade yönünde bir yükümlülüğünden söz edilemez. Asıl işverenin işe iade kararı sonrası işçinin işe başlamak için başvurması ve alt işverenin işe almamasından kaynaklanan işe başlatmama tazminatıyla dört aya kadar boşta geçen süre ücretinden yukarda belirtilen hüküm sebebi ile alt işverenle birlikte sorumluluğu vardır.
Bu kapsamda dosya içeriğine göre davalılar arasında imzalanan güvenlik hizmet sözleşmesiyle davalı (R) A.Ş. tarafından diğer davalı şirketin güvenlik ve koruma hizmetinin üstlenildiği, davalı (R) A.Ş. tarafından üstlenilen işin 4857 sayılı Kanun’un 2. maddesine aykırı olmadığı anlaşılmaktadır. Davalılar arasında 4857 sayılı Yasaya uygun asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğuna göre davacının, davalı (M) Ltd. Şti. işçisi olduğunun kabul edilmesi hatalıdır.
Hal böyle olunca, davalılar arasında imzalanan güvenlik hizmet sözleşmesiyle davacı işçinin işvereni olan (R) A.Ş. tarafından güvenlik ve koruma hizmetinin üstlenildiği, davalılar arasında asıl-alt işveren ilişkisi olduğu, davacının iş sözleşmesinin davalı alt işveren tarafından geçerli neden olmadan feshedildiğinin kabulüyle davacının alt işveren (R) A.Ş.’nin işyerine iadesine, maddi sorumluluk açısından ise davalıların müştereken ve müteselsilen sorumluluğuna karar verilmesi gerekmektedir. Bu sebeple mahkemece yapılan yargılama neticesinde davalı işverence yapılan feshin geçersizliğine dair tespitinde mevcut dosya kapsamı ve delil durumuna göre isabetsizlik bulunmamakla birlikte izah edilen hususlar gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olmuştur.
Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.
Yukarıda belirtilen sebeplerle:
1) Mahkemenin yukarda tarih ve sayısı belirtilen kararının bozularak ortadan kaldırılmasına,
2) İşverence yapılan feshin geçersizliğine, davacının (R) A.Ş.’nde işe iadesine,
3) Davacının kanuni süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde davalılar tarafından müştereken ve müteselsilen ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak takdiren davacının dört aylık brüt ücreti tutarında belirlenmesine,
4) Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok dört aya kadar ücret ve diğer haklarının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilinin gerektiğine
kesin olarak, oybirliğiyle karar verildi.