DUYURULAR
MEHMET MOLLAİSMAİLOĞLU Tarafından Tarihinde yazıldı
Bu yazı 2.816 defa okundu

DANIŞTAY KARARLARI


DANIŞTAY KARARLARI

 

Danıştay 3. Dairesi
Tarih    : 05.02.2015
Esas No         : 2014/4788
Karar No  : 2015/510

VUK Md. 13

MÜCBİR SEBEP HALİNİN, UZLAŞMA BAŞVURU SÜRESİNİN HESABINA ETKİSİ

Başvuru süresinin kaçırılmasına davacının kanuni temsilcilerinden olan yönetim kurulu başkanının hastalığı neden gösterilerek buna ilişkin ibraz edilen sağlık raporunun, seçimlik bir hak olan uzlaşma müessesesine başvuru süresinin hesabında mücbir sebep olarak dikkate alınmasının hukuken mümkün bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Davacı adına, takdir komisyonu kararı uyarınca 2006 yılının Şubat, Nisan, Mayıs ve Eylül dönemleri için re’sen salınan vergi ziyaı cezalı gelir (stopaj) vergileriyle ilgili olarak 25.12.2011 tarihinde yapılan tarhiyat sonrası uzlaşma başvurusunu süresinde yapılmadığı neden gösterilerek reddeden (…) Vergi Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğünün 15.01.2013 gün ve (…) sayılı işleminin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi kararıyla; uzlaşma başvurusunun seçimlik bir hak olduğu, bu yol seçildiği takdirde ihbarnamelerin tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük süre içerisinde kullanılması gerektiği, davacı tarafından adına re’sen salınan cezalı vergilere karşı otuz günlük dava açma süresi içerisinde dava açılmadığı, uzlaşma başvurusunun da bu süre geçirildikten sonra 25.12.2012 tarihinde yapıldığı, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 13. maddesinde, vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır hastalık halinin mücbir sebepler arasında sayıldığı, başvuru süresinin kaçırılmasına, davacının kanuni temsilcilerinden olan yönetim kurulu başkanının hastalığı neden gösterilerek buna ilişkin sağlık raporu ibraz edilmiş ise de seçimlik bir hak olan uzlaşma müessesesine başvuru süresinin hesabında mücbir sebebin dikkate alınmasının hukuken mümkün bulunmadığı, kaldı ki uzlaşma hakkında mücbir sebebin uygulama alanı bulabileceği düşünülse dahi, dosya içerisinde bulunan ve davacının biri yönetim kurulu başkanı veya başkan yardımcısı olmak üzere yönetim kurulundan iki kişinin imzası ile temsil edileceği yolundaki yönetim kurulu kararı dikkate alındığında, yönetim kurulu başkanı imzası bulunmadan da uzlaşma başvurusunda bulunulabileceğinden, somut olayda hastalığın tek başına mücbir sebep olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Davacı tarafından; tarhiyatın hukuka aykırı olduğu, vergi hatası içerdiği, mücbir sebep hali dikkate alınmadan verilen kararda hukuka uygunluk bulunmadığı ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.

Karar: Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemiz-

ce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oyçokluğuyla karar verildi(*).

_____________________________
(*)         KARŞI OY X: 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 13. maddesinin 1. fıkrasında vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk halinin mücbir sebep hali olduğu, 15. maddesinde ise, 13. maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması halinde, bu sebep ortadan kalkıncaya karar sürelerin işlemeyeceği, tarh zamanaşımının işlemeyen süreler kadar uzayacağı, bu hükmün uygulanması için mücbir sebebin malum olması veya ilgililer tarafından ispat veya tevsik edilmesi gerektiği kurala bağlanmıştır.

213 sayılı Kanun’un Ek 1. maddesinde, mükellef tarafından, ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerle bunlara ilişkin vergi ziyaı cezalarının (344. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca vergi ziyaı cezası kesilen tarhiyata ilişkin vergi ve ceza hariç) tahakkuk edecek miktarları konusunda, vergi ziyaına sebebiyet verilmesinin kanun hükümlerine yeterince nüfuz edememekten ya da 369. maddede yazılı yanılmadan kaynaklandığının veya bu Kanun’un 116, 117 ve 118. maddelerinde yazılı vergi hataları ile bunun dışında her türlü maddi hata bulunduğunun veya yargı kararları ile idarenin ihtilaf konusu olayda görüş farklılığının olduğunun ileri sürülmesi durumunda, idarenin bu bölümde yer alan hükümler çerçevesinde mükellefler ile uzlaşabileceği, uzlaşma talebinin vergi ihbarnamesinin tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yapılabileceği, uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde yeniden uzlaşma talebinde bulunulamayacağı, uzlaşmanın vaki olmadığına dair tutanağa idarenin nihai teklifinin yazılacağı, mükellefin dava açma süresinin sonuna kadar teklif edilen vergi ve cezayı kabul ettiğini yazılı olarak bildirdiği takdirde uzlaşmanın sağlanmış sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacı adına düzenlenen vergi/ceza ihbarnamelerinin müdür yardımcısı (Bİ)’ye 19.11.2012 tarihinde tebliğ edildiği, 25.12.2012 tarihinde 60739 sayıyla davalı idarenin kayıtlarına giren dilekçe ile adlarına salınan cezalı vergilere ilişkin uzlaşma talebinde bulundukları ve “kronik venöz yetmezlik” teşhisi ile 18.12.2012 – 21.12.2012 tarihleri arasında istirahatli olduğuna dair iş göremezlik raporu bulunan ve Organize Sanayi Bölgesini temsile yetkili olan yönetim kurulu başkanı (NAA)’nın ağır hastalığından dolayı vergi ödevlerini yerine getirecek durumda bulunmadığından, 213 sayılı Kanun’un 13 ve 15. maddeleri uyarınca uzlaşma taleplerinin dikkate alınmasını istedikleri anlaşılmıştır.

Vergi Mahkemesi kararında uzlaşmanın bir vergi ödevi olmadığı, mükelleflere tanınan bir seçimlik hak olduğu ve bu hakkın dava açma süresi olan otuz gün içinde kullanılması gerektiği, 213 sayılı Kanun’un 13. maddesinde sayılan, vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olabilecek derecede ağır hastalık haline ilişkin mücbir sebep halinin mükellefiyetlerle ilgili ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin olması nedeniyle, uzlaşmaya başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmasının hukuken mümkün olmadığı belirtilmiştir.

Mükelleflerin adlarına yapılan tarhiyata karşı dava açmadan önce, vergi idaresi ile tahakkuk edecek vergi ve ceza hususunda anlaşmak için başvurabilecekleri idari bir çözüm yolu olan uzlaşma müessesesinin temel amaçlarından biri, Kanun’un gerekçesinde de belirtildiği üzere kamu alacağının biran önce Hazineye intikalinin sağlamasıdır.

Öte yandan, mükelleflerin vergilendirme sürecine ve vergi ödevlerine ilişkin düzenlemelerin amacı, mükelleflerin gerçek gelirlerinin tespiti, kontrolü, tahakkuku ve nihai olarak da tahsilini sağlamaktır. Bu bağlamda uzlaşma, mükelleflerin nihai ödevlerinden olan vergiyi ödeme ödevinin devamı niteliğinde olup, aynı zamanda mükellefler bakımından da bir haktır.

Bu nedenle mücbir sebep hali olan ve vergi ödevinin yerine getirilmesini engelleyecek derecede ağır hastalık halinin uzlaşmaya başvuru süresinin hesabında dikkate alınması gerekmektedir.

Diğer taraftan, Vergi Mahkemesi kararında, biri yönetim kurulu başkanı veya başkan yardımcısı olmak üzere yönetim kurulundan iki kişinin imzası ile temsil edileceği yolundaki yönetim kurulu kararı dikkate alındığında, yönetim kurulu başkanı imzası bulunmadan da uzlaşma başvurusunda bulunulabileceği ifade edilmiş ise de, dosyada bulunan 28.12.2011 tarih ve 26 sayılı Yönetim Kurulu Kararında, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yapılacak yazışmalarda ve anlaşmalarda yönetim kurulu başkanı (NAA)’nın mutlak imzasının aranmasına karar verildiği görüldüğünden, Vergi Mahkemesi kararın bu gerekçesinde de yasal isabet bulunmamaktadır.

Ancak, dosyada bulunan tebliğ alındısı, uzlaşmaya başvuru dilekçesi ve iş göremezlik raporu birlikte incelendiğinde, mücbir sebep hali dikkate alındığında uzlaşmaya başvuru süresinin son günü olan 24.12.2012 tarihinden sonra 25.12.2012 tarihinde uzlaşmaya başvurulduğu anlaşılmış olup, Mahkeme kararının bu gerekçeyle reddi gerektiği görüşüyle karara karşıyım.

 

Danıştay 3. Dairesi
Tarih    : 29.01.2015
Esas No         : 2014/9782
Karar No  : 2015/342

2577 s. İYUK Md. 31

VERGİ MAHKEMESİNCE TAKİP EDİLEN VE KONUSU KALMAYAN DAVALARDA HÜKMEDİLECEK AVUKATLIK ÜCRETİ

Vergi mahkemesince, davalı idarenin birinci savunma süresinin bitiminden önce verdiği dilekçesindeki davacının özel esaslardan genel esaslara alındığı yolundaki beyanı üzerine konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına duruşma yapılmadan karar verilmesi halinde, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarların yarısı kadar vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği hk.

İstemin Özeti: Davacı tarafından, sahte fatura kullandığından bahisle özel esaslara tabi mükellefler listesine alınmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi kararıyla; 26.04.2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak 01.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’ne istinaden davacının 01.05.2014 tarihinden itibaren özel esaslardan genel esaslara alınmış olması nedeniyle davanın konusuz kaldığı, 28.12.2013 tarih ve 28865 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve karar tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14. maddesine göre, davalı idarenin dava dilekçesine cevap verme süresi henüz dolmadan dava konusu işlemin ortadan kaldırılması nedeniyle, davacıya, tarifede öngörülen 1.500,00 liranın yarısına karşılık gelen 750,00 lira vekalet ücreti ödenmesinin sözü edilen düzenlemenin gereği olduğu gerekçesiyle, davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davanın açılmasına yol açtığından dolayı yargılama giderleri ile 750,00 lira vekalet ücretinin davalı idare tarafından davacıya ödenmesine karar vermiştir. Davalı idare tarafından, aleyhlerine fazladan vekalet ücretine hükmedildiği ileri sürülerek kararın sözü edilen hüküm fıkrasının bozulması istenmiştir.

Karar: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde, yargılama giderleri ile ilgili olarak bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu yürürlükten kaldıran 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun, 447. maddesinin mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na yapılan yollamaların, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun bu hükümlerinin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılacağı yolundaki hükmü gereğince uyuşmazlıkta uygulanması gereken 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 323. maddesinde; vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti yargılama giderleri arasında sayılmış, 326. maddesinde ise Kanun’da yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği, davada iki taraftan her birinin kısmen haklı çıkması durumunda, mahkemece, yargılama giderlerinin tarafların haklılık oranına göre paylaştırılacağı kuralına yer verilmiştir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinde, avukatlık ücretinin, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade edeceği, 169. maddesinde ise yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücretinin avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az veya üç katından fazla olamayacağı hüküm altına alınmıştır.

28.12.2013 gün ve 28865 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin, Danıştay’da, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde görülen dava ve işlerde ücret başlığını taşıyan 14. maddesinin 1. fıkrasında, Danıştay’da ilk derecede veya duruşmalı olarak temyiz yoluyla görülen dava ve işlerde, idare ve vergi dava daireleri genel kurulları ile dava dairelerinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde birinci savunma dilekçesi süresinin bitimine kadar anlaşmazlığın feragat ya da kabul nedenleriyle ortadan kalkması veya bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, diğer durumlarda tamamına hükmedileceği belirtilmiştir.

Anılan tarifenin İkinci Kısmının İkinci Bölümünde düzenlenen ve yargı yerleri ile icra ve iflas dairelerinde yapılan ve konusu para olmayan veya para ile değerlendirilemeyen hukuki yardımlara ödenecek ücret başlıklı bölümünün 15. maddesinde, vergi mahkemelerinde takip edilen davalar için ödenecek ücretin duruşmasız işlerde 750,00 lira duruşmalı işlerde ise 1.500,00 lira olacağı kurala bağlanmıştır.

Bu durumda, vergi mahkemesince, davalı idarenin birinci savunma süresinin bitiminden önce verdiği dilekçesindeki davacının özel esaslardan genel esaslara alındığı yolundaki beyanı üzerine konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına duruşma yapılmadan karar verildiğinden, yukarıda alıntısı yapılan yasal düzenlemeler ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi dikkate alınarak, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarlara göre 375,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, tarifeyi yanlış uygulamak suretiyle söz konusu tutarı aşacak şekilde vekalet ücretine hükmeden mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin kararının, vekalet ücretine ilişkin hüküm fıkrası yönünden bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 9. Dairesi
Tarih    : 19.11.2014
Esas No         : 2011/2020
Karar No  : 2014/8412

VUK Md. 126

DÜZELTME ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN HESABI

Vergi Dairesi tarafından zamanaşımı kurallarına uyulmadan, tarh zamanaşımı süresinden sonra yapılan tarh ve tebliğ işlemlerine karşı mükellefin düzeltme isteminin zamanaşımı süresinin dolduğu öne sürülerek kabul edilmemesinin çelişki oluşturduğu açık olup, mükellef tarafından durumdan haberdar olunduktan sonra yapılan düzeltme başvurusunun tarh zamanaşımı gerekçe gösterilerek reddedilmesinde hak ve nesafet kurallarına uygunluk bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Davacı tarafından, 2001, 2002 ve 2003 yıllarına ilişkin olarak salınan cezalı katma değer vergisinin terkini istemiyle yapılan düzeltme şikayet başvurusunun 2001 ve 2002 yıllarına ait kısmının reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesinin kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

Karar: Davacı adına, 2001, 2002 ve 2003 yıllarına ilişkin olarak salınan cezalı katma değer vergisinin terkini istemiyle yapılan şikayet başvurusunun 2001 ve 2002 yıllarına ait kısmının reddine dair 06.05.2009 tarih ve 10124 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davayı reddeden mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 122. maddesinde, mükelleflerin vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden isteyebilecekleri; 124. maddesinde de, vergi mahkemelerinde dava açma süresi geçtikten sonra yaptıkları düzeltme talepleri reddolunanların şikayet yolu ile Maliye Bakanlığına müracaat edebilecekleri açıklanmıştır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Düzeltmede Zamanaşımı” başlıklı 126. maddesinde, 114. maddede yazılı zamanaşımı süresi dolduktan sonra meydana çıkarılan vergi hatalarının düzeltilemeyeceği, ancak düzeltme zamanaşımı süresinin; zamanaşımı süresinin son yılı içinde tarh ve tebliğ edilen vergilerde hatanın yapıldığı; ilan yoluyla tebliğ edilip vergi mahkemesinde dava konusu yapılmaksızın tahakkuk eden vergilerde mükellefe ödeme emrinin tebliğ edildiği; ihbarname ve ödeme emri ilan yolu ile tebliğ edilen vergilerde 6183 sayılı Kanun’a göre haczin yapıldığı tarihten başlayarak bir yıldan aşağı olamayacağı hükmüne yer verilmiştir.

Anılan madde hükümlerinin değerlendirilmesinden, düzeltme zamanaşımı süresi konusunda oluşabilecek farklı durumlar için ayrı hükümler getirilmek suretiyle, beş yıllık genel zamanaşımı süresinin istisnai olarak hangi durumlarda uzayabileceği belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 2001, 2002 ve 2003 dönemleri için katma değer vergisi iade talebinde bulunduğu, vergi dairesince yapılan araştırma neticesinde ihraç edilen mallara ait gümrük beyannamelerinin aslı veya onaylı örneklerinin katma değer vergisi beyannamelerine eklenmediğinin tespiti üzerine, söz konusu gümrük beyannamelerin 15 gün içinde ibrazının gerektiği, aksi halde matrah takdirine gidileceği hususundaki 28.09.2007 tarihli eksiklik yazısının tebliğe çıkarıldığı ancak davacıya tebliğ edilemediği, bunun üzerine ilgili dönemlerin takdire sevk edildiği, takdir komisyonu kararına istinaden düzenlenen ihbarnamelerin davacının adresinde bulunamaması sebebiyle ilanen tebliğ edildiği, şirket müdürünün yurtdışına çıkışına izin verilmemesi üzerine durumdan haberdar olunduğu, akabinde davacı tarafından 213 sayılı Yasa’da yer alan “düzeltme” hükümleri çerçevesinde 19.09.2008 tarihinde Vergi Dairesi Müdürlüğüne düzeltme talebinde bulunulduğu, talebinin reddi üzerine Gelir İdaresi Başkanlığı’na şikayet yolu ile başvurulduğu, başvuruya Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 06.05.2009 tarih ve 10124 sayılı yazısıyla; 2003 yılına ilişkin tarhiyatların terkinin yapılacağı ancak 2001 ve 2002 yılı vergi ve cezaları bakımından düzeltme zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düzeltme işleminin yapılamayacağı yönünde ret cevabı verildiği, bu cevaba karşı görülmekte olan davanın açıldığı, mahkemece 2001 ve 2002 yıllarına ilişkin tarhiyatın düzeltilmesi istemiyle verilen dilekçenin genel zamanaşımı süresi olan beş yıl geçtikten sonra 19.09.2008 tarihinde verildiğinin görüldüğü gerekçesi ile açılan davanın reddedildiği anlaşılmaktadır.

Olayda, tarh zamanaşımı süresinin 2001 yılı için 31.12.2006, 2002 yılı için ise 31.12.2007 tarihinde dolduğu, sözkonusu vergi ve cezalar için 2007 yılında takdir komisyonuna başvurulduğu; ardından 2007 tarihli ihbarnameler düzenlenerek 24.11.2007 tarihinde ilanen tebliğ edildiği saptanmıştır.

Bu durumda, 2001 yılına ait vergi ve cezalar için 31.12.2006 tarihinde dolacak olan tarh zamanaşımı süresinden sonra 2007 yılında tarh ve tebliğ işlemlerinin yapıldığı; davalı idarece zamanaşımı kurallarına riayet edilmediği ancak davacı düzeltme isteminin zamanaşımı süresinin 31.12.2006 tarihinde dolduğu öne sürülerek kabul edilmediği, bu durumun çelişki oluşturduğu açık olup, davacı tarafından durumdan haberdar olunduktan sonra yapılan düzeltme başvurusunun tarh zamanaşımı gerekçe gösterilerek reddedilmesinde hak ve nesafet kurallarına uygunluk görülmemiştir.

Bir başka anlatımla, vergi ve cezaların beş yıl içinde, en son 31.12.2006 tarihine kadar tarh ve tebliği gerekirken bu tarihten sonra 2007 yılında tarh ve tebliğ edildiği görüldüğünden, davacının anılan tarihten önce düzeltme yoluna başvurmasına fiilen ve hukuken imkan bulunmamaktadır.

2002 yılına ait vergi ve cezanın ise zamanaşımı süresinin son yılı içerisinde tarh ve tebliğ edildiği bu durumda 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 126. maddesinin (a) bendi uyarınca düzeltme zamanaşımı süresinin bir yıl uzayacağı, davacı tarafından 19.09.2008 tarihinde düzeltme yoluna gidildiği dolayısıyla düzeltme başvurusunun zamanaşımına uğramadığı anlaşıldığından yukarıda yazılı gerekçe ile davanın reddine karar veren vergi mahkemesi kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 3. Dairesi
Tarih    : 06.11.2014
Esas No         : 2013/6557
Karar No  : 2014/5046

VUK Md. 102, 103

İLANEN TEBLİĞ KOŞULLARI

İş yeri adresine gönderilen ihbarnamelerin tebliğ alındısı üzerinde bulunan “muhatabın adresten ayrıldığı, yeni adresin bilinmediği” şerhi yanı sıra tebliğ alındısında, posta memuru dışında komşulardan bir kişi veya muhtar veya ihtiyar heyeti üyelerinden biri veyahut bir zabıta memurunun imzasının bulunmaması halinde, davacı nezdinde ilanen tebliğ koşullarının oluşmayacağı, dolayısıyla vergi ceza ihbarnamelerinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmemesi nedeniyle usulüne uygun olarak kesinleşen bir amme alacağının varlığından söz edilemeyeceğinden, ödeme emrinde hukuka uyarlık bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Davacı adına, 2007 yılına ait gelir vergisi, katma değer vergisi, vergi ziyaı cezası, özel usulsüzlük cezası ve gecikme faizinden oluşan borçlarının tahsili amacıyla düzenlenen 03.05.2012 tarih ve 44 sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; davacının iş yeri olan “…. Didim/Aydın” adresine gönderilen ihbarnamelerin tebliğ alındısı üzerinde bulunan “muhatabın adresten ayrıldığı, yeni adresin bilinmediği” şerhi yanı sıra tebliğ alındısında, posta memuru dışında komşulardan bir kişi veya muhtar veya ihtiyar heyeti üyelerinden biri veyahut bir zabıta memurunun imzasının bulunmadığı görüldüğünden davacı nezdinde ilanen tebliğ koşullarının oluşmadığı, dolayısıyla vergi ceza ihbarnamelerinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmemesi nedeniyle usulüne uygun olarak kesinleşen bir amme alacağının varlığından söz edilemeyeceğinden ödeme emrinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle ödeme emrini iptal etmiştir. Davalı idare tarafından, tarh dosyasının tetkikinden davacının Bayraklı/İzmir adresindeki faaliyetini tebliğ tarihi itibariyle terk ettiği anlaşıldığından ihbarnamelerin bilinen son adres olan ikametgah adresine tebliğe çıkarıldığı ve adreste bulunulamaması üzerine ilanen tebliğ koşullarının oluştuğu, davacının adres değişikliklerini bildirme yükümlülüğünü ihlal etmesinin sonuçlarıyla tebliğ alındısında posta memuru dışında komşulardan bir kişi veya muhtar veya ihtiyar heyeti üyelerinden biri veyahut bir zabıta memurunun imzasının bulunmaması sonucunun vergi dairesine yüklenmesinin yersiz olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.

Karar: Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Kurulumuzca da uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 


Yorumları Görüntüle
Hiç yorum yapılmamış.